Milliyet Gazetesi yazarı Ercan Güven’den; Mucize ilacınız “altyapı”, olsa olsa futbolun kabristanı olur!..
Milliyet Gazetesi yazarı Ercan Güven’den; Mucize ilacınız “altyapı”, olsa olsa futbolun kabristanı olur!.. Milliyet Gazetesi yazarı Ercan Güven, bugünkü “Futbolun bittiği gün!..” başlıklı yazısında milli takımın Letonya ile oynadığı maçı, kulüplerin altyapısını ve Türk futbolunu kaleme aldı…
İşte Ercan Güven’in Futbolun bittiği gün başlıklı yazısı;
Futbolun bittiği gün!..
Bizim derdimiz “sorunu çözmek” değil, “sorunu anlamak”!.. Kaynağı keşfetsek kuruturuz. Sebebi kavrasak çare buluruz. Lakin semptomlarla uğraşmaktan teşhisi koyamıyoruz.
Bin türlü ıvır zıvırdan, ana fikre gelemiyoruz maalesef.
Ya öyle icap ediyor, ya cesaret edemiyoruz ya da algılayamıyoruz.
Her meselede “sebebi” bulmak yerine sonuçları ortadan kaldırmaya çalıştığımız gibi tribünlere de tersten girdik, çıkamıyoruz şimdi.
Önce “Milli Takım’ın taraftarı yok” dedik kabullendik!..
Aslında o anda kaybetmiştik futbolu.
Şimdi, Süper Lig’de her boş tribüne başka bir kulp takıyoruz.
Yahu, en başta Milli Takım seyircisi yoksa, bizim futbolla falan işimiz olmadığı apaçık ortada değil miydi?
Ligde “eh işte” ortalamasını yakaladığımız mutlu günlerde neden tribünlere geliyordu insanlar peki?
“Futbolu seviyorlardı” demeyin; güldürmeyin. Seven, milli maçı iki kere sever.
Tek motivasyon “rekabet hissiydi”…
Ve o rekabetin “ifade şekli”.
İnsanımızın vahşi yönünü tatmin etme aracı olmuştu tribünler. Deşarj olma yeriydi. Türkiye’nin amiral gemisi gazetenin o günkü entelektüelliği şüphe götürmez genel yayın müdürü bile itiraf etmiş, içselleştirmişti tribünden küfür etmenin hatta biraz itişip kakışmanın dayanılmaz şehvetini.
Siz bu olanağı ortadan kaldırınca, futbola karşı başka bir his de yoksa tribünlerin boşalmasından daha doğal ne olabilir?
MENFAAT VE ŞİKE
Peki bu memleketin futbol seyircisini kimler “vahşet yoksa biz yokuz” kıvamına getirmişti?
Çok basit…
Bana futbolun içinde, hatta futbola kıyısından köşesinden bulaşmış ve baştan aşağı karalanmamış bir tane aktör gösterin!
Kişilerle kurumları ayırması gereken, “müebbet duygusuzluğa mahkum olan” hukuktur… Futbolda kişi ve kurum ayrılmaz. Zaten ne kişiler izin verir ayrılmasına ne kurumlar.
Futbola ait tüm unsurlar bu eşgüdüm içinde ya kurumsal olarak ya da kişilerin üzerinden yerin dibine sokulmuştur düzenli bir şekilde.
Medyadan falan bahsetmiyorum; bu negatif toplum mühendisliği bizatihi kendi elleriyle, dilleriyle yapılmıştır.
Bir gram çıkar uğruna hem de.
Fenerbahçe’ye göre Galatasaray ispiyoncu, Trabzonspor terbiye fakiridir. Galatasaray ve Trabzonspor için Fenerbahçe tüm melanetlerin çıkış noktasıdır. Beşiktaş iddiası olmadığı sürece dekordur. Onun işini severken öldürenler görür. Geri kalan tüm kulüpler için İstanbul’dakiler suyun başını tutmuş eşkiyalardır.
Federasyon tarafgirdir. Hakemler çıkar karşılığı her şeyi yapabilecek adamlardır. Futbolcular sahtekâr, Medya yalancı, tüm bu unsurları temsil eden kişiler olmaması gereken insanlardır ki, toplamı futboldur!..
Futbol seyircisi içinde azınlık da olsa her türlü saldırganlığın, avantacılığın, kanun dışılığın timsali olanlara gelince… Rezil bir eyyam içinde futbolun tüm unsurları tarafından korunur gözetilir onlar.
Bu denklemden ne çıkar?
Gelelim tüy diken “şike” sürecine…
“Şu yaptı”, “bunun canı yandı”, “öteki mağdur oldu” demiyorum… Şike davası bomba gibi patladı, yaktı kavurdu… Ancak, bugün şike yapılmış mı yapılmamış mı belli değil.
Suçlu varsa hani cezası.
Suçlu yoksa nasıl yapıldı?
Yeryüzünde şikeye ilişkin en feci, en berbat “duruş” bu olsa gerek.
Şikeyi yakaladığı iddia edilenlerin, şike yaptığı iddia ediliyor şimdi.
Geriye körüklenmiş nefret, futboldan soğuma, güvensizlik kaldı.
Kaç aklı başında tribün sevdalısını tribünden aldı bu olay; hesaplayan var mı?
PARA FELAKET GETİRDİ
Bir zamanlar “kulüpler korosunun” söylediği tek bir şarkı vardı:
“Ah bir zengin olsam”!
Para olsa, futbolun bayram yerine dönmesi işten bile değildi.
Fakat anladık ki, sorunumuz para da değil. Futbol geliri arttıkça kalite değişmedi, sadece kulüp borçları ile futbol savaşı arttı.
Büyük para büyük borç getirdi, büyük borç büyük sorumluluk… Artık kazanmak için her şey yapılabilirdi.
Eskiden “değmez” denilen her şey mubah oldu birden…
Aslında kalite denilen kavram, tamamen “insan unsuru” ile ilişkilidir. Kullanmayı bilmeyen ellerde olduğu gibi futbolda da para felaket getirir. İşi bilmeyen ve el parasıyla şöhret arayan yöneticiler futbolun kimyasını bozdukça normal seyirci yerini “ücretli” futbol eşkiyasına bıraktı, eşkiyaya dur deyince tribün boş kaldı.
Bitmedi…
Bu ülke hızlı bir değişim sürecinin içinde. İyi mi kötü mü siz karar verin, ama değişiyor.
Örneğin Gezi olaylarının futbol seyircisine etkilerini inceledi mi hiç kimse? Oysa Gezi’dekiler tam da futbol seyircisi yaşında ve sosyal konumundaydılar.
Daha ciddi ülke sorunlarıyla uğraşmayı tercih ettilerse, futbol seyircisi düşecek elbette.
Sonra “açılım süreci”… Liberalizmin kurallarına göre aklı aşk/meşk, tüketim ve futbolda olacak bir nesli, aldı taşıdı siyasete. Futbol, şimdilik ilgilenilemeyecek kadar nahif kaldı.
Peki, Türkiye’nin “iktidar” ve “muhalefet” etrafında keskinleşen vatandaş profili, futbolu ne kadar etkiledi?
Çok elbet… Tribünde tezahürat değişti. Söylemi tekrar futbola döndürmek için önlem alınması, tribüne yeni kısıtlamalar getirdi. Yasaklar yanlış yapanı durdurduğu gibi, yanlışın içinde olmayanları rahatsız eder değil mi?
Bunları düşünmek ağır geliyor kimilerine… “Nerede bu seyirci” sorusuna kestirmeden “kötü futbol” ve “pasolig uygulaması” gibi yanıtlar vermek kolay.
Elbette doğrudur. Ama onlar detay.
DOĞA KATLİAMI
Tribünler erirken ve futbolun içindeki unsurlar kendi kuyularını kazarken ne yaptık biz?
Koca bir hiç.
Çılgın gibi ağaç keserken bir fidan bile dikmedik. Denizdeki balıkları tüketirken tatsız yavan ürünler de alacak olsak balık çiftlikleri bile kurmadık.
Altyapı dedik; altyapıdan sadece yetenek bulup futbola kazandırmayı ve yeni statlarla yeni ormanlar keşfedip yeni av alanları açmayı anladık.
Hani “futbol seyircisi altyapısı”?
Her çocuk futbolcu olacak sanki bu ülkede! Futbolu okula sokmak diyorlar; o okuldan bir futbolcu çıkarsa, bin seyirci potansiyeli var. Niye futboldan(spordan) seyir zevki alabilen, fair play nosyonlarına sahip nesiller peşinde koşulmaz bir yandan?
Bir tane “spor seyircisi yetiştirme projesi” gördüm bugüne kadar, onu da Beşiktaş’ın Ankara’daki taraftar gurubu yaptı ve uluslararası fair play ödülüne aday oldu; o kadar.
KABRİSTAN DA ALTYAPIDIR
Demem o ki…
Futbol seyircisinin kaçışını kulüplerin güncel durumlarıyla izah edemezsiniz. Milli Takım üzerinden anlatmaya çalışmak ise bir tek şeye yarar; milli hislerin yitirilme sürecini hızlandırmaya.
Futbolun “olumsuz” kullanılmasında zirve bu olmalı.
Çözüm aramıyor, durumdan çıkar sağlamaya çalışıyorsanız devam edin.
Lakin sorunu anlamadan çözüm önermeyin. Hele dümenden “altyapı” söylemleriyle vakit kaybettirmeyin.
Sizin bahsettiğiniz “tedavi etmeyecek, ağrı kesecek” önlemler ve mucize ilacınız “altyapı”, olsa olsa futbolun kabristanı olur.