Bizde yamuk olmaz, ona göre…
Geçen hafta, “Fenerbahçe yönetimi derbide olanlara münferit olay diyor ama bu olayları çıkaran fertleri bir türlü belirleyemiyor” diye yazmıştım. O gün açıklama geldi. Yönetim olay çıkardığını görüntülerden belirlediği sekiz kişiyi Emniyet’e vermiş.
Polisliğe hevesli olduğum sanılmasın ama bu da bir adım. Elbette, bu kişiler nasıl belirlenmiş, ne yapmışlar? Savunma hakları olacak mı?
En önemlisi bu kovuşturma nasıl yürütülecek, nasıl sonuçlanacak? Emniyet Müdürü faillere nasihat mı çekecek, yoksa araya ağır birileri mi girecek? Ya da bu insanlar günah keçisi mi ilân edilecek? Bunları da bilmek hakkımız.
Oysa, bu aralar derdimiz başka biliyorsunuz: “Kim küfretmiş, nasıl küfretmiş, kim kimi tehdit etmiş, tehdit miymiş, ihbar mıymış…” Amatör hafiyeliğe soyunmuş bunlarla uğraşıyoruz. Mahremiyetin dayanılmaz çekiciliğine kapılmışız, kıyamete gidiyoruz. Mahremiyete müdahaleye yatırım yapmış medya zahmet edip takip etse de derbide olay çıkarttığı söylenen-lerin kovuşturmasının encamını öğrensek.
Konuk seyirciyi alın maçlara
Fail zanlılarının görüntülerini Emniyet’e veren Fenerbahçe yönetimi ardından ekliyor: “Sekiz kişi yüzünden 25 bin seyirci cezalandırılır mı?” Belli ki dertleri Derbi’deki olaylar yüzünden kulübe verilen iki maçlık saha kapama cezası…
Haklılar. Hep yazıyorum. Bu saha kapama cezaları adil değil. Başka bir takımın mağduriyetinden, olayla hiç ilgisi olmayan başka bir takım fayda sağlıyor. Üstelik bu ceza insan haklarına aykırı; olaylarla ilgisi olmayan taraftarın maç izleme hakkı elinden alınıyor… Konuk takım izleyicisi ise iki kat mağdur oluyor.
Bakın, Galatasaraylı yöneticiler, Rapid Bükreş maçının davetiyelerini taraftara dağıttılar. Seyircisiz oynanan maçı rakip taraftar izledi bu sayede. İyi de oldu. Madem seyircisiz oynama cezası vereceksiniz, rakip takımın seyircisini içeri alın. Onların suçu ne?
Denecek ki, “O cezalar sürekli ve toplu küfür için verildi.” Olabilir. Gerçekten de maçın başındaki itişmelerde, özellikle Arda’ya toplu biçimde küfür edildi… Fener yönetimi esas buna karşı alacağı önlemleri açıklama-
lıydı. Ama siz sorgusuz sualsiz, “Kadıköy’de küfür olmaz” dediğiniz için bu konuda sessiz kalıyorsunuz.
O zaman geliyoruz şu herkesin kendine ve işine göre yorumladığı ‘küfür’ meselesine… İşin içine milli bir sos katarsanız, hatta bu arada terörizmi de lanetlerseniz, küfür tribünlerde ve ekranlarda mubah. Hâttâ milletin hissiyatının tercümanı… Taraftar harika. Özellikle de milli maçlarda ve yabancı takımlarla oynanan maçlarda (Yabancı takım sayıyor olmalılar ki şimdi aynı temsil Diyarbakırspor maçlarında sahneleniyor).
Küfür edilen kişi sizin de sevmediğiniz biriyse, tribünler sizin en yakın deliliniz… “Bakın taraftar da şunu buna karşı…” Meselâ, “Ersun Yanal’ı milli takımın başında istemiyor.” Taraftar size karşı bağırdığında ise, “Bu seyirci adam olmaz, lanet olsun, maçlara gitmiyorum artık.”
Taraftar en kızgın anında, çevrenin gazına gelip bağırdığında, “Küfrü durdurmalıyız,
küfür edenleri yaşatmamalıyız.” Ama ırkçı tezahüratlar olunca, “Canım psikologlar
da statlardaki küfrü makul karşılıyor,
insanlar içlerini böyle boşaltıyor.”
Saygınlık verilmez alınır
Küfrün can simidi olduğunu, zalimi mazlum haline getirdiğini de gördük. Mevcut Beşiktaş yönetimi ilk günden beri tribünleri yönlendirmeyi varlığının temeli olarak gördü. Son Denizli maçında olası protestoları bastırmak için tribünlerine fedailerini saldı. Yine de toplu ama küfürsüz protestoların önüne geçemedi. Bütün tribünler protestolara katıldı.
Son Wolfsburg maçında Başkan’a edilen küfürler üzerine birden bire Başkan ve yönetim ‘küfür mağduru’ kesildi. Beşiktaş Başkanının ve yönetimini saygınlığı korunmalıymış. Korunmalı da, buna önce o yerlerde oturanlar özen göstermeli. Şu geçen beş senedeki sözleri ve davranışlarıyla bu saygınlığı en çok o koltuklarda oturanlar zedelemedi mi?
Başkana edilen küfürlerin savunulacak bir yanı yok. Bunu söylemeye bile gerek yok. Küfür, edenin zavallılığını ortaya koyar sadece. Edilenin saygınlığına toz bile kondurmaz. Çok alınıyorsanız, belirlersiniz küfür edenleri, adalete teslim edersiniz.
Ancak küfrü bahane ederek seyircinin hakaret içermeyen, başkasını taciz etmeyen protesto hakkını elinden alamazsınız. Bugün taraftar oyun hakkında bile tezahürat yapıyor. Birmingham City tribünleri takımın defansif oyununu protesto edip, “We want 4-4-2”, Türkçe mealiyle “Oynasana, oynasana, 4-4-2 oynasana” diye bağırmıştı örneğin.
Federasyon dahil bütün yönetimler iktidarlarını tribünlerin manipülasyonuna dayandırıyor.
Ne var ki gün geliyor kılıç kullananı kesmeye başlıyor. O zaman da yaygara kopartılıyor.
İster taraftar içine adamlarınızı sokun, onlara bedava bilet verin. İster bilet fiyatlarını çok pahalı tutun. Sizin istediğiniz gibi robotların oturduğu bir tribün yaratamazsınız.
Her taraftarın başına bir polis de koyamazsınız… Koyamazsınız dedim, ama bakarsınız ‘iyi fikir’ deyip bunu da yaparlar. Baksanıza, İstanbul Emniyet Müdürü her kulübe bir müdür yardımcısı verecekmiş. Taraftara saldıranları, küfür edenleri belirleyeceklerine, kulüpleri karakol, tribünleri suç mahalli haline getirecekler.
İnanç inkârdan gelir
Bence küfür futbolun en temel sorunu değil. Bir ölçüye kadar tribün kültüründe var. Bunun değişmesi zamana bağlı.
Toplumsal kültürün değişmesine bağlı.
Bu kültürdeki esas sorun koyu bir biçimde kadınların ve eşcinsellerin aşağılanmasına dayalı bir içerikte olması… “Kadınlar bile böyle küfür ediyor” demek bu kültürün gönüllü üreticisi olmaktan başka bir şey değil.
Futboldaki temel sorun, kazanmak için her yolu mubah sayan anlayışın yukarıdan aşağıya tribünlerde yeniden üretilmesi… Tribünlerde yaratılan düşmanlık, şiddet ve linç ortamı…
Bu derdin tek ilacı da birlikte yaşama duyarlılığı… Bu duyarlılığın geliştirilmesi gerek. Rakibe ve farklı olana saygı duyulması lafta değil, hayatın içinde desteklenmeli. Bunun için de, münferit küfürler gibi sorunlarla uğraşılacağına esas ayrımcılığın ve düşmanlığın körüklendiği yerde mücadele etmek gerek. Geçen haftaki Avrupa maçlarında saha kenarında ırkçılığa ve şiddete karşı panolar vardı. Seyircisiz oynanan Dinamo Bükreş-Galatasaray maçında bile ‘No Rasismului-Irkçılığa Hayır’ ve ‘Nu Violentei-Şiddete Hayır’ yazıyordu. Göremediysem özür dilerim ama bizim statlardaki maçlarda bu ifadelere, İngilizce bile olsa, rastlamadık. Neden? Yazarsak sanki bizde varmış izlenimini mi vermiş olacağız? Gocunduğumuz şeyler mi var?
Dediğim gibi, bana biri küfür etmiş, dert etmem. Edenin zavallılığına veririm. Ama haksız yere suçlanırsam, diyelim biri bana ‘sahtekâr’ derse, kabullenemem, bununla uğraşırım. Aslında Diyarbakırspor maçları olgularla yüzleşmek ve birlikte yaşama duyarlılığını üretip güçlendirmek için birer fırsat. Ama bunu yapmakla yükümlü olan bakanlık ve federasyon ırkçılığa ırkçılık bile diyemiyor, Disiplin Talimatı’nın ilgili maddesini işletemiyor, Talimat’a aynı anlamda yeni bir madde ekleyerek aynı suça iki farklı ceza getiriyor. Hukuk skandalına imza atıyor.
Bursa-Diyarbakır maçında, varlıklarını düşmanlığa ve savaşa dayandıranlar tribünleri gaza getirmiş, Türklüğün bütün simgeleriyle konuk Kürt vatandaşlar taciz edilmiş, yüzlerine “PKK dışarı, kahrolsun PKK” diye bağırılmış, yetmemiş fiziki saldırıda bulunulmuş… “Ne var canım, terörü lanetlemek kötü bir şey mi” diye geçiştirenler var.
Diyelim böyle diyenlerle ben bir TV programına katıldım. Bu adamların gözünün içine bakarak ve parmağımla işaret ederek, ‘Kahrolsun hırsızlar’, ‘Dolandırıcılar dışarı’ diye konuşup duruyorum. Yetmiyor önümdeki kağıtları top yapıp kafalarına atıyorum. Ne yapacaklar, “Canım adam hırsızlığı lanetliyor işte” mi diyecekler!
Olgularla, hakikatle yüzleşemeyince inkâr başlıyor. İnkâr da kör inanca götürüyor insanı. Şu ırkçılıkla ilgili madde Disiplin Talimatı’na eklendiğinde, dönemin TFF Başkanı, “Canım FIFA istedi diye koyduk, zaten bizde ırkçılık olmaz, zencileri çok severiz” demişti… Evet, “Türk milleti ırkçı olmaz”, “Türk ordusu hiçbir savaşta yenilmez”, “Türkiye’de hukuk dışı hiçbir şey yapılmaz”, “Türkiye’de kimse sömürülmez”, “Türkiye’de işkence ve insan hakları ihlali yapılmaz…” Ve son seçme dogma: “Müslüman katliam yapmaz.”
Bu da benimki: “Türk milleti hiç sesini çıkarmaz, hiçbir şeyi tartışmaz, hiç çıkıntılık yapmaz.”
Ha bir de, benim yazılarımda hiç hata olmaz. Ona göre!
İBRAHİM ALTINSAY