NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’dan; Bir pazar günümüz var!.. NationalTurk yorumcusu ve Haliç Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Müdürü Müslüm Gülhan, bugünkü “Bir pazar günümüz var” başlıklı yazısında futbolda ırkçılığı kaleme aldı…
NationalTurk yorumcusu ve Haliç Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Müdürü Müslüm Gülhan’ın ‘Bir Pazar Günümüz Var’ başlıklı yazısı;
Umberto Eco; “Bir pazar günü futbol maçı varken devrim yapmak mümkün mü?”
Steve Mcmanaman’ın babası bir liman kenti olan Liverpool’da liman işçisi olarak çalışmaktadır ve greve gitmişlerdir. Bir maçta Robbie Fowler attığı bir golden sonra formasının altındaki tişörte yazdığı “Liman işçilerinin grevini destekliyorum” yazısını tüm dünyaya göstermiştir. Bunun akabinde çok ağır bir ceza alır.
İngiltere’de siyahi futbolculara karşı yapılan ırkçı davranışları protesto etmek için bir maçta da yüzünü siyaha boyayıp çıkmıştır.
Bunlar futbol içindeki duyarlılıklara ve sınıfsal beklentilere iyi örneklerdir.
Ama süreç o kadar masum değil.
Mustafa Yaşar Şahin ve H. Mehmet Tunçkol’un araştırmaları bu konuda önem arz etmektedir.
Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan toplumsal değişme ve gelişmeler, bir yandan işçi örgütlenmeleri yoluyla sporun örgütlenmesini ve yayılmasını hızlandırırken, diğer yandan spor sayesinde işçi örgütlenmesinin kurumsallaşmasına ve gelişmesine katkı sağlamıştır.
Futbolun bünyesinde taşıdığı mistik, dinsel, sınıfsal özelliklerin yanı sıra sembolik değerlerle kurmuş olduğu bağlantı bu oyunun önemini daha da artırmıştır. Bir sınıfsal mücadele alanı olarak simgesel özellik taşıyan futbol ve işçi birlikteliği genel olarak iki farklı görüş çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Birinci görüşte; futbol aracılığı ile yıkıcı bir potansiyel taşıyan işçi sınıfının yumuşak başlı yurttaşlara dönüştürülmesi.
İkinci görüşe göre ise; yaygınlaştırılacak işçi sporları oluşumları, gençleri burjuvazinin değerlerinden koruyacak tek yoldur.
Sonuç olarak; futbol, işçi sınıfının kitle toplumuna dahil olma sürecinde önemli bir rol oynamıştır (Boniface, 2007). Modern futbolun sınıfsal mücadele olarak gösteri niteliğinin değişen/evrimleşen dünyadaki süreç içinde endüstriyel bir niteliğe evrimleşmesi, onu ticari bir işkolu haline getirmiştir (Akşar, 2005). Kurt ve Aytaman’a (1997) göre; “Aradan geçen yüzyıldan fazla bir zaman süresi içinde futbolun bu sınıfsal karakteri yok olacaktır”.
İşçi sınıfının burjuvazi ile mücadele alanı olarak ortaya çıkan futbolun; sınıfsal tercihi süreç ile farklılıklar göstermektedir.
“Oyun” olarak belirginleşen futbol zaman içinde kapitalist sistemin topraklama aracına dönüşmesi tesadüf değildir.
Nasıl ki; madenlerdeki ve demir çelik çalışanlarının etki alanı ile başladıysa futbol, sistem de bertaraf mekanizmasını bu alanlarda başlatarak, çalışanları “köle” haline getirmeyi başarmıştır. Futbol da bu değişimden nasibini alarak sınıf atlamış(!) ve işçi sınıfına olan sadakatini kaybetmiştir.
En iyi örnek; Soma katliamında futbol camiasının sadece “anma” özellikli “saygı” göstermesi oluşudur.
Ortada “tepki” içeren bir tavır hiçbir şekilde görülmemektedir. Futbolun sadakati; orada yapılan yanlışa tavır koymak üzerine olmalıydı.
Sadece orada olmak “acılı insanlar” için tabii ki önemliydi…
301 madencinin ölümünün gerçeğini ortaya koymak ise futbolun toplumsal sorumluluğunun gereğidir.
O yüzden Fowler gibi oyuncuları yıllardır örnek verme zorunluluğu içinde kalıyoruz. Bizdeki oyuncuların sistem içindeki resesif tutumları aslında sisteme sadakatten başka bir şey değildir.
Fowler’ın İngiltere Futbol Federasyonu’ndan aldığı ağır ceza onun sonuç olarak beklentisiydi, toplumsal sorumluluklarda sisteme diyet ödemek kaçınılmazdır.
Elindeki gücü doğru kullanmak ise entelektüel bir yaklaşımdır.
İşte orada kalıyoruz…
Müslüm Gülhan / NationalTurk