Kayserispor-Beşiktaş maçı fizikî mücadeleye sahne oldu. Taktik savaşıydı. Tamam da ne oldu? İki takımdan biri bu taktik savaşını lehine çevirecek, akla gelmedik manevralar yapabildi mi?
Bir tek ilk yarıda, savunmasının önüne kaçan Tello’nun ileri fırlayan Cisse’nin önüne attığı top var. Bir de maçın golü… Beşiktaş’ın tek kişiye, hem de yetersiz kişilere emanet ettiği kanatlarda büyük boşluklar oluştu. Son yirmi dakikada bir gol atıp kazanmayı düşünen Kayserililer ister istemez bu boşluklara girdi. Yine de Mehmet Topuz’un, ‘Ya yakalarsam’ diye yaptığı baskı denemesi olmasaydı, golle sonuçlanan güzel paslaşmalar doğmayacaktı.
Kalabalık değil akışkan
“Günümüzde maçlar orta alanda kazanılıyor ya da kaybediliyor” diyorum ya, o zaman Kayserispor-Beşiktaş maçında neden tatmin olmadım? Çünkü maçların orta alanda bitmesi için iki yönlü, çabuk ve akışkan oynamanız gerek. Kalabalık durup gelene faul, gidene faul yapmanız değil kastettiğim.
Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı, Gençlerbirliği karşısında ilk 20 dakika sağlamıştı bunu. Top ayaklarına geçtiğinde Sivok orta alana oyun kurucu olarak geçiyor. İki stoper, Zapo ve Toraman kanatlara açılıyordu. İlerideki üçlü de sürekli yer değiştirerek pozisyon ve hamle üstünlüğünü ele geçiriyordu. Öte yandan kanatlarda da üçlü birer kademe oluşuyordu. 2002 Dünya Kupası’nı Scolari’nin Brezilyası böyle kazanmıştı.
“Bu Beşiktaş gol atar ama gol de yer, asıl önemlisi orta alanda kendisinden güçlü baskı uygulayan takımlara karşı ne yapar, göreceğiz” diye yazmıştım. Geçen Pazar günü Kayseri önceliğini baskıya verdi ve 70 dakika oyunun temposunu ağırlaştırarak rakibine kabul ettirdi. Beşiktaş bunu kıracak hamleleri gösteremedi. Sivok çıkamadı, Cisse her zamanki gibi geriye kaçtı, Delgado ortadaki kuyuda enerjisini tüketti, Nobre rastlantısal pozisyon bekledi. Bir tek Tello her yere yetişmeye çalıştı. İşte burada futbolcuların niteliği belirleyici oldu. Hem ortada, hem ileri üçlüde, hem de solbekte oynayacak 3 tane Tello olmadığı için Beşiktaş kasıldı kaldı.
‘Ya tutarsa’ ataklar
Beşiktaş-Sivasspor maçının seyri ise biraz farlıydı. Sivasspor kendi alanında katı bir savunma bloğu kurdu. Bu bloğun arasına rahat girdi Beşiktaş. Gol pozisyonları da buldu. Delgado’nun içinde olduğu, ya da içine Arjantinli girdiği için gole yaklaşıldığı pozisyonlardı bunlar. Ne var ki işte burada başka bir temel zaaf ortaya çıktı.
Gol pozisyonları bulmak başka, bunları çalışılmış ama futbolcuların yaratıcılığını da yüreklendiren atak setleri sonucu yaratmak başka… Galatasaray dışında böyle atak setlerinden yoksun takımlarımız. Milli takım, iş işten geçerken ‘Ya herru, ya merru’ atak setini (!) uyguluyor çokluk… Avrupa’daki onca başarısız maçtan sonra Zico, Alex’i ileri atarak Fenerbahçe’ye böyle atak setleri kazandırmıştı. Gerçi Şampiyonlar Ligi’nde geriye düştükten sonra uygulamışlardı bunları ama yine de bu sayede çeyrek finale kadar geldiler.
Saracoğlu’ndaki Fenerbahçe-Arsenal maçında iki takım arasında böyle temel fark vardı. “Fenerbahçe de Arsenal kadar pozisyon buldu ama farklı yenildi” diye şaşırmak doğal. Ancak bakıyorsunuz, Fenerbahçe’nin pozisyonları gelişigüzel paslarla ya da rakip savunmanın vahim pozisyon hataları sonucu doğmuş. Atılan iki golün birini Sylvestre kendi kalesine attı, ötekinin pasını da ters bir kafa vuruşuyla Song verdi zaten.
Dördüncüsü dışında Arsenal’in attığı goller ve girdiği pozisyonlar ise belli atak setlerinin sabırla denenmesinin sonucuydu… Elbette bu setler futbolcuların en iyi becerebilecekleri, kendi inisiyatiflerini ve yaratıcılıklarını kullanabilecekleri düzenlemelerdi.
Fener gene gol atabilir
Bu akşam Fenerbahçe ve Arsenal ikinci kez karşı kaşıya geliyor. Aragones’in futbol anlayışı ile Fenerbahçe kadrosu birleşip belli bir futbol kimliği oluşturamadı. Fener bir futbol takımının temel gereklerini bile becermekte zorlanıyor. Deivid ve Wederson oynarsa Kanarya en azından bir kanat yeterliliğine ulaşabilir. Bütün derdi Arsenal maçlarında oynayarak kendini İngiltere’ye hatırlatmak olan Colin Kazım’dan da yararlanılabilir. Ancak Alex’siz nasıl atak örgütleyecekleri meçhul.
Buna karşın maç Fenerbahçe açısından daha rahat geçebilir. Arsenal bu maça, ligdeki puan kayıplarından sonra futbollarına olan özgüvenleri sarsılmış biçimde çıkacak. Seyirci ise takımı, ‘o zor işleri kolayca ve eğlenerek yapar’ havasına döndürmeye çalışacak. Çünkü üç gün sonra aynı sahada Manchester United’la oynayacaklar.
Adebayor’un ve Walcott’un yokluğu bir yere kadar etkili… Onların yerine oynayacaklar kendilerini göstermeye çalışacak… Fenerbahçe yine gol bulabilir ama yine attığından fazla yememeli… Arsenal savunmasına Gallas ve Sagna dönecek büyük olasılıkla. Yani as savunma oynayacak ama onlar da pozisyon hatası yapmakla eleştiriliyor. Orta alanda Hleb, Flamini ve Gilberto gibi ‘sert adam’ları kaybettiler. Diaby bir ölçüde onların boşluğunu dolduruyor.
Kısacası, Arsenal değişik vitesleri olan bir takım değil. Oyuna egemen olunca yavaşlayamıyorlar. İstanbul’da onlar oyunu açtıkça karşılıklı goller ve pozisyonlar gelmişti. Tottenham karşısında 4-2’den sonra da gol arayıp durdular, onsekizleri önünde az adamla yakalanıp rakibe uzatmalarda golle sonuçlanan iki şut attırdılar… Ya da 2-1 kaybettikleri Stoke City maçında olduğu gibi rakibin etkin presi karşısında yılabiliyor, düşük tempoda oynayamıyorlar. Tabii Arsenal’in atak setlerini başlamadan bitirmek de önemli. Bunun için de geriye yaslanmayan, sinmeyen bir takım olmalı Fenerbahçe.
Hocalar ne işi yarar?
Bunun için de tekrar başa döneceğiz. Oyunun temposuna egemen olacak bir sertliğe ve akışkanlığa sahip olmanız gerek. Gol yemeyecek savunma setleriniz, gol atacak atak setleriniz olmalı.
Teknik direktörler de bunun için var.
Önce antrenman sahasında ve taktik tahtası başında takımlarına bu taktik kondisyonunu kazandıracaklar.
Sonra da takımlarının maç sırasında bunu o maça özgü biçimde yeniden üretmesi için gerekli hamleleri yapacaklar.
En başta da bütün bunları becerebilecek futbolculardan oluşan bir kadro kuracaklar.
Tabii bizde hocaların görevlerine bir iki maçın sonucuna göre son verildiği için bu işleri yapmak olanaksız. Ya da zaten bu tür işlere yaradıkları düşünülmediğinden hocaların işlerine kolayca son veriliyor. Baksanıza daha onuncu haftada Süper lig takımlarının neredeyse yarısının hocası değişti. Yeni gelen hoca “Ne yapalım bu takımı ben oluşturmadım”, “Ne yapayım takım çalışmamış, yanlış oynamaya alışmış” mazeretleriyle geliyor. Haksız da olmuyor.
Premier Lig’de Keagan ve Curbishley, işlerine karışıldığı için görevlerini bıraktığında onlara Arsene Wenger ve Alex Ferguson sahip çıkmıştı.
“Böyle olursa yenilgilerin sorumlusu belli olmaz. Hataları düzeltecek olanağınız olmaz” diyordu Wenger. Yenilgilerden, neyin iyi yapılmadığından ve bunların düzeltilmesinden biri sorumlu olmalı. O sorumlu, teknik direktördür işte. Bu yüzden Ferguson 22, Wenger 12 yıldır takımlarının başında.